Nazım’ın Hakkı Nazım’a
Kıt ve eksik edebiyat bilgimle, sıradan
bir edebiyatsever olarak büyük şair Nazım Hikmet Ran hakkında beni rahatsız
eden bir algılamadan çıktım yola. Edebiyata gönül verenlerden, edebiyatın
derinine nüfuz edenlerden af dileyerek.
Yakın bir zamanda çok sevdiğim bir
sanatçı da dile getirdi benim de uzun süredir aklıma takılan konuyu. Mesele şu
ki; memleket Nazım’ı temize çıkardı da
bağrına basamadı henüz. Bir yerde Nazım’dan bahsedilirken illa ki başka bir
büyük şairin adını da duyuyorsunuz. Nazım’dan “..İçerde ..mektup beklemek
tatlıdır ama tehlikelidir” dizelerini okursanız Necip Fazıl’ın mahpusluk
gördüğünü de hatırlamalısınız. Nazım “..Gitmez gözümden hayali Haliç’e inen
yolun..” der belki de Yahya Kemal de güzel anlatır hani İstanbul’u, aman ha es
geçmeyesiniz. Nazım memleket sevdasını ne güzel dile getirmiş derseniz, Mehmet
Akif’in vatan şairi olduğunu aklınızdan çıkarmamalısınız. Farklı dünya görüşlerine iltimas geçmeme
çabası mıdır nedir anlamlandırmasam da sadece edebî açıdan yaklaşılırsa bile;
bu, dengede tutma durumu, sıkıcı bir hal alabilir. Örneğin Nazım; “Memet oğlum
sana sesleniyorum işitiyor musun?” dese, Tevfik Fikret’in Haluk’undan mı dem
vuracağız? Nazım’ın ‘Kurtuluş Savaşı Destanı’ nı yazdığını söylesek, Fazıl
Hüsnü de şiirleştirdi deyip onu da mı anacağız muhakkak? Nereden bakarsanız
bakın çok yavan bir çabadır bu. Bahsi geçen şairlerin hepsi birbirinden
kıymetlidir bu topraklarda fakat Nazım’ı onlarsız anlatamamak nasıl bir kısır
anlayışın ürünüdür?
Soruyu edebiyatla açıklamaktansa
farklı bir şekilde değerlendirmeyi seçtim. 3. Dünya eskaza evrensel bir değer
yarattığında bu değer önce yadırganır, sonra dışlanır, uzaklaştırılır, sürgün
edilir. Kendi yüzyılında, kendi topraklarında anlaşılamaz. Kendi topraklarında
anlaşılabilmesi sancılı bir evrim sürecinden sonra mümkün olur. Üzerinde
durduğum yanlış algı; düne kadar ülkesindeki edebiyat kitaplarında yasaklanan
şairin, anlaşılma sürecindeki evrimini henüz tamamlayamayışından
kaynaklanmaktadır. Bir gün Üstadı bağımsız, hakkını vererek, evrensel bir gözle
okuyacağımız zamanlar da gelecektir şüphesiz.
Değinmeden de edemeyeceğim; Nazım
Hikmet’te beni en çok büyüleyen şey şiiri resmedişidir.
Şair;
“..Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı…”
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı…”
ya da
“ Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi
uzanan
bu memleket, bizim...”
diye
seslenirken, anlatılanı hayalinizde o denli güzel canlandırabiliyorsunuz ki
şiir adeta fantastik bir hal alıyor.
Şairi
bunca anmışken umut dolu dizeleriyle noktalayalım yazıyı.
İşler atom reaktörleri işler
Yapma aylar geçer güneş doğarken
Ve güneş doğarken hiç umut yok mu
Umut umut umut........... Umut insanda.
Yapma aylar geçer güneş doğarken
Ve güneş doğarken hiç umut yok mu
Umut umut umut........... Umut insanda.