11 Haziran 2014 Çarşamba

Aşk Göçü




‘İşidin ey yârenler 
Kıymetli nesnedir aşk 
Değmelere bitinmez 
Hürmetli nesnedir aşk’

Yunus Emre



Yazının başlığına bakıp memlekette neler oluyor sen aşktan mı bahsedeceksin diye düşünenler olmuş olabilir. Benim de onlara; “Siz ‘çözümsüz’ memleket meseleleriyle uğraşınız, birilerinin umursamadığı ‘lüzumsuz’ konulara ben kafa yorayım” deme hakkım vardır pek tabii.

“Aşk bize küstü” diyor ya şair; ortalıkta küstürülecek aşk mı bıraktık? Biz aşka sırtımızı döndük, aşkı horladık, aşağıladık, hiç ettik. ‘Yoksun ki zaten, hele bu devirde hiç yerin yok’ dedik. Es kaza karşımıza çıktıysa da hızla tükettik, değersiz kıldık. Belki biri; “Kalbine güneşi asmaya geldim” dedi, duymadık, yüz çevirdik, elimizin tersiyle ittik.

Sadece aşk mı yitti? Bizim birbirimize sevgimiz, hürmetimiz bitti, anlayışımız azaldı, hoşgörümüz kayboldu, kaybettirildi. İnsana dair en güzel değerleri, erdemleri fütursuzca harcadık. Birbirimizden uzaklaştık, yalnızlaştık, güvensizleştik ve düşmanlaştık belki de birbirimize.  Öfke doldu yüreklerimiz, yüreklerimiz darlaştı; hiçbir güzel duyguyu sığdıramaz olduk yüreklerimize. Yazının başında dizeleriyle andığımız Yunus’un aşk-sevgi-derin hümanizma dolu topraklarında; aynı gökyüzünü paylaşan insanlar el oldu birbirine.

Yanı başındaki savaşı, kendi ülkesindeki ölümleri televizyonda olağan bir şekilde izleyip, ‘adalet’ diye bağıranların haykırışlarını duymayıp; tahammülü-sabrı ‘bayrak olayı’ ile biterek sokağa öfkeyle kendini atanların ülkesinde senin de yerin yoktur artık, AŞK. Tez terk et bu buraları, kıymetini bilecek gönüllere yerleş, diyarlara göç!   

30 Mayıs 2014 Cuma

Bi An..

Eski bir dosta kavuştuğun akşamdır..
 
Yaz başıdır, mayıstır, diyor ya şair ‘ayların gülüdür’..

Konuşursun, anlatırsın, dertleşirsin, dertlenirsin, üzülürsün, susarsın, söyleşirsin, gülersin..

Deniz sakindir, hava ılık; rüzgar bile durmuştur dinginliği bozmamak için..

Anlaşılmak-anlatılmak (moda deyimle empati) ne güzeldir diye düşünür, dost sıcaklığını hisseder, huzur bulursun..

Gökyüzü tüm ışıklarıyla denize değer, deniz tüm güzelliğiyle arşa yükselir. Bir yerlerde bir mucize gerçekleşiyor sanırsın..

Yüzünü karşıki dağlara döner, kadehini dağların ardındakiler için kaldırır, varsa bi sigara tüttürüp dumanını o yana savurursun..


O an, memleketin güzel bir köşesinde, ‘Eşek gibi sessizce yaşayacaksın!’ diyenlere inat insanca şeyler yaptığını fark edersin..

12 Ocak 2014 Pazar

Nazım'ın Hakkı Nazım'a

Nazım’ın Hakkı Nazım’a

Kıt ve eksik edebiyat bilgimle, sıradan bir edebiyatsever olarak büyük şair Nazım Hikmet Ran hakkında beni rahatsız eden bir algılamadan çıktım yola. Edebiyata gönül verenlerden, edebiyatın derinine nüfuz edenlerden af dileyerek.

Yakın bir zamanda çok sevdiğim bir sanatçı da dile getirdi benim de uzun süredir aklıma takılan konuyu. Mesele şu ki; memleket Nazım’ı temize çıkardı da bağrına basamadı henüz. Bir yerde Nazım’dan bahsedilirken illa ki başka bir büyük şairin adını da duyuyorsunuz. Nazım’dan “..İçerde ..mektup beklemek tatlıdır ama tehlikelidir” dizelerini okursanız Necip Fazıl’ın mahpusluk gördüğünü de hatırlamalısınız. Nazım “..Gitmez gözümden hayali Haliç’e inen yolun..” der belki de Yahya Kemal de güzel anlatır hani İstanbul’u, aman ha es geçmeyesiniz. Nazım memleket sevdasını ne güzel dile getirmiş derseniz, Mehmet Akif’in vatan şairi olduğunu aklınızdan çıkarmamalısınız.  Farklı dünya görüşlerine iltimas geçmeme çabası mıdır nedir anlamlandırmasam da sadece edebî açıdan yaklaşılırsa bile; bu, dengede tutma durumu, sıkıcı bir hal alabilir. Örneğin Nazım; “Memet oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun?” dese, Tevfik Fikret’in Haluk’undan mı dem vuracağız? Nazım’ın ‘Kurtuluş Savaşı Destanı’ nı yazdığını söylesek, Fazıl Hüsnü de şiirleştirdi deyip onu da mı anacağız muhakkak? Nereden bakarsanız bakın çok yavan bir çabadır bu. Bahsi geçen şairlerin hepsi birbirinden kıymetlidir bu topraklarda fakat Nazım’ı onlarsız anlatamamak nasıl bir kısır anlayışın ürünüdür?

Soruyu edebiyatla açıklamaktansa farklı bir şekilde değerlendirmeyi seçtim. 3. Dünya eskaza evrensel bir değer yarattığında bu değer önce yadırganır, sonra dışlanır, uzaklaştırılır, sürgün edilir. Kendi yüzyılında, kendi topraklarında anlaşılamaz. Kendi topraklarında anlaşılabilmesi sancılı bir evrim sürecinden sonra mümkün olur. Üzerinde durduğum yanlış algı; düne kadar ülkesindeki edebiyat kitaplarında yasaklanan şairin, anlaşılma sürecindeki evrimini henüz tamamlayamayışından kaynaklanmaktadır. Bir gün Üstadı bağımsız, hakkını vererek, evrensel bir gözle okuyacağımız zamanlar da gelecektir şüphesiz.

Değinmeden de edemeyeceğim; Nazım Hikmet’te beni en çok büyüleyen şey şiiri resmedişidir.

Şair;

“..Sarışın bir kurda benziyordu. 
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. 
Yürüdü uçurumun başına kadar, 
eğildi, durdu. 
Bıraksalar 
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak 
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak 
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı…”
                
                      ya da

             “ Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
               Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
               bu memleket, bizim...”

diye seslenirken, anlatılanı hayalinizde o denli güzel canlandırabiliyorsunuz ki şiir adeta fantastik bir hal alıyor.
            
Şairi bunca anmışken umut dolu dizeleriyle noktalayalım yazıyı.

İşler atom reaktörleri işler
Yapma aylar geçer güneş doğarken
Ve güneş doğarken hiç umut yok mu
Umut umut umut........... Umut insanda.